Pazartesi, Kasım 27, 2006

and the winner is...


















Hani hep derler ya "Çocukluğumuzdan beri yarış atı yerine konduk" "Bu sistem el kadar bebeleri yarış atına çeviriyor" falan, ben sözün gerçek anlamıyla yarışmaya doğarken başladım, yani başlamışım. Ana rahminde ikiz olarak gelişmemiz ilk rakibemle de oldukça erken tanışmama neden oldu. İkiz kardeşim bi boy farkla birinciliği kazanırken, ilk mağlubiyetin acısını tadan zavallı ben ciğerlerime dolan oksijenin de etkisiyle basmışım yaygarayı. Rakibemin finish'e yaklaştığımızda fair playe son derece aykırı bi biçimde kafama basmak suretiyle öne geçtiğini hayal meyal hatırlıyorum aslında, doğum travmasıyla birleşen yenilginin acısına katlanabilmemi sağlayan yegane avuntum budur, şike yaptın kızım!

İlerleyen yıllarda da bu yarış hali hayatın pek çok alanında karşıma çıktı, değişen rekabet mecraları ve rakiplerle birlikte mücadele yöntemleri de çeşitlenmiş, zenginleşmişti. İyi oyuncağı kapmak için yüze tükürmek, favori koltuğa oturmak için saç çekmek anaokul kariyer basamaklarında yükselirken rakiplerinizi egale etmenin en etkin yollarıydı. CV'min anaokulu yılları bölümünün bu anlamda pek parlak olduğunu söyleyemem, bırakın en iyi oyuncağı kapmayı, hiç rağbet görmeyen kırık bacaklı atla oynayıp "Olsun ama onun bacağı savaşta kopmuş, çok cesur bi atmış o" diye avutmak durumunda kalırdım kendimi. Kafası olmayan binicisi ise soğuk havadan korunmak için başını kazağının içine sokmuştu, vardı onun kafası tabiki de! Böyle böyle farketmeye başlamıştım en iyiler peşinde koşmadan, birincilikler için yarışmadan yaşanabildiğini ve hayal gücümün aslında bana en iyileri sunabildiğini.

Mesela ortaokul yıllarında okul voleybol takımının en iyi yedeğiydim, biliyordum ki bi oyuna girsem maçı çevirecek takımı şahlandıracaktım fakat antrenör benim gibi bi yeteneğin sakatlanmasını falan istemediği için oyuna almıodu beni. Soona aslında sınıfın tek dahisiydim, istesem "Bilim Adamı" bile olurdum ama, icad edeceğim enerji kaynağının karanlık güçlerin eline geçip tüm insanlığı tehdit edecek ve dünyanın sonunu getirecek bi silaha dönüşeceğinin bilincinde olduğum için derslerde karikatür çizmeyi tercih ettim. Çizdim, çizdim. Her ne kadar yarışmaktan yarıştırılmaktan hazzetmesem de, sırf karikatürü sevdiğim için girdiğim bi yarışmadan aldığım ödülse yarışma kavramından bütünüyle tiksinmeme sebep oldu; İstanbul'daki ödül töreninden yarışmada kazandığım birincilik karşılığında bi miktar para, benim çalışmamın da içinde yer aldığı bi albüm, biri kendi adıma biri de okulum adına olmak üzere iki adet plaketle Antalya'ya dönmüş döner dönmezde elimde plaketlerle soluğu okul müdürünün karşısında almıştım. Ben daha "Hocam ben ödü..." diyemeden müdürün "Senin kravatın ne biçim duruyo, serseri!" şeklindeki kutlama mesajıyla kendime gelmiş, hocam ben müdür muavinine bakmıştım diyerek olay mahalinden uzaklaşmıştım. Ne vardı canım bi plaket yerine iki plaketim vardı şimdi, ohdu, misdi... Ve o iki plaket bana ömüür boyu yeterdi, bi daha birileriyle yarışanın da ta a.k.'di...

Ama yok insanoğlu rahat durmuyo, illa yarışacak, ben de rahat durmadım. Yıllar sonra ilk kez bi yarışmaya katılıyorum yeniden, bu kez alan "reklam", Hürriyet'in yarışması "Kırmızı"da boyumun ölçüsünü almak üzere kolları sıvadım. Ödül töreni ocak ayında, heyecanlı falan değilim canım nerden çıkardınız, kazanmasam daha iyi, erkek adamın kırmızı'yla işi ne, siyah falan olsa neyse...

Pazar, Kasım 12, 2006

Kainophobia


















-ooo, yeni mi mont, konuşuyo?
-yok ya bayaa oldu alalı!!?
-yeni işte lan...
-ee şey, sınav n'oldu senin?

Kendimi bildim bileli yeni kıyafetlerle sokağa çıkınca rahatsız olmuşumdur hep, yeni bi bot alındı diyelim, normal kişiler aman kirlenmesin, aman toz olmasın diye uğraşırken ben hemmen sağına soluna basmak suretiyle biras kirletir ancak öyle rahatca insan içine çıkardım. En sevdiğim kıyafetlerim solup yırtılmış olanlardı hep. Bi kot pantolona alışmak için bi kaç ay geçmeliydi mesela alınmasının üzerinden. Sanırım böyle başladı kainofobik hallerim. Teknolojik yenilikler karşısında da durumum farklı değil. Bak blogger beta çıktı bi cesaret edip de elimi süremedim daha. Freehand MX çıkalı uzuun zaman oldu ama ben haala Freehand 10 kullanıyorum inatla, photoshop CS2 ye ise yenice ısınıyorum ve bazen mesleki forumları falan gezerken insanların kullanabildiğini söylediği zilyon tane bilgisayar programını görüp "hay a.k. bu ne yaaa diyorum" kıskançlıkla. Asrın buluşu olarak lanse edilen "GINGER"ın ne olduğu açıklanmadan önce geçirdiğim uykusuz korku dolu gecelere hiç girmiyim! Fos çıktı gerçi Ginger efsanesi ama emin olun "ehhe, salak Bush Ginger'dan düşmüş laan ehe!" şeklinde dalga geçenler arasında olamadım ben hiç, çünkü biliyodum ki onun yerinde olsam ben de düşerdim düşülmesi imkansız bu aletten. Şükür ki bunlar gibi teknolojik yeniliklerle tanışmak zorunda değilim her gün. Bunların yanında yeni bi eve taşınmak ya da ne biliyim yeni bi işe girmek gibi hayat akışımın içinde gerçekleşen zorunlu bazı değişiklikler cehennemin ta kendisini yaşamaktır benim için. Yeni girdiğim bi ortamda masaların altına ya da saksıların arkasına falan bakmanız gerek beni görebilmek için :)

Hayatın çeşitli alanlarında yeniliklere karşı korkularımdan oluşan listeyi uzattıkça uzatabilirim. Şimdilerde sigarayı bırakıp spora başlama, şurada da daha önce belirttiğim üzre sağlıklı bi yaz insanı olma planları falan yapmaya başladım 10.000'inci kez fakat benim hayat tarzım açısından köklü değişiklikler sayılabilecek bu planlar kainofobi yüzünden mi direkt üşengeçliğimden mi (yorgun doğdum dinlenmek için yaşıyorum demiştim bi ara hatırlarsanız) bilemiyorum bir türlü hayat bulamamaktalar. Ancak 30'uma yaklaştıkça göbeğim konusunda "enerji fazlası bi kere o!" geyiğini daha fazla sürdüremeyeceğim gerçeğini farketmem ile bu planlarımı gerçekleştirebilmemin yolunun yeni ortamlara girmek (spor salonu falan, içkisiz yeni mekanlar da bulunacak üf!), yeni kıyafetler edinmek (e tabi ne zamandır spor yaptığımız yok yeni bişeyler almak lazım), ve eski alışkanlıklara elveda demekten (birasız ve sigarasız bi ben mi!?!) geçtiğinin bilincinde olmam arasında sıkışıp kalmış olan bi çare kainofobik bedenim n'apıcağını şaşırmış durumda. Tam da walter sobchak'ın dediği gibi "Acıların dünyasına girmek üzeresin dostum, acıların dünyasına!...


Kainophobia (kainofobi): Yenilik korkusu. Yeni fikirlere, yeni buluşlara veya yeni şeylere karşı sebepsiz ürküntü duyma.