Çarşamba, Mart 29, 2006

307KD-MTR





















Hülya Avşar'ın menopoza adım attığı bir dönemde
haala Avşar kızı fotolarının, Sibel Can gözlerinin
süslediği şafak defterlerinin üretilmesinin bi
talep meselesi olduğuna kesin olarak karar verdim.
Zira buralarda ne zaman TV karşısına geçsek
Emrah'lı Necla Nazır'lı, Hülya'lı Nuri Alço'lu
80 yapımı filmler (ki elimizin altında Digitürk
denen zımbırtı, dolayısıyla onlarca film seçeneği
bulunuyor) izlenmekte haala bu defterlerden kullanan
çoğunluğun isteğiyle. Arada kısa dönemlerden bu tip
yapımların izlenmesi yönünde fikir beyan edenler ise
"merdivenlerden kazayla düşmek" "çamaşır kurutma
odasında kilitli kalmak" vb. elim hadiseler sonucu
hava değişimi alarak aramızdan ayrılmaktalar. Açıkcası
aramızda zevksizliğe tahammül yok. Küçük bi azınlık
dışında (bazen çamaşır kurutma odasından kurtulanlar
oluyor) kısa dönemlerin gelişime en açık, en yaratıcı,
en üretken grup olduğunu söyleyebilirim (yürrüüü bea).

Aramızda pek çok ilim irfan insanı bulunmakta.
Canı sıkılan php ile "Şafakmetre", nöbetlerden
şikayetçi olan asp ile nöbet düzenleme programı
yazıyor, yemek aralarında önünde oturdukları binanın
statik yapısı hakkında tartışan adamlar görüyorsunuz
sağda solda. Okuma yazma bilmeyen uzun dönem arkadaşlara
bu konuda yardımcı olmak ise en büyük ve en ulvi
görevlerimizden. Lakin bu arkadaşların arada İngilizce,
Almanca, Fransızca, Latince, Japonca, İspanyolca küfürler
öğrenmiş olmalarını hayretle karşılıyor ve esefle kınıyoruz.

İşte bütün bu koşturmaca içinde son bombamız 307KD-MTR adını
verdiğimiz mıntıka temizlik robotu prototipi. Üzerinde
çalışmalarımız son hızıyla ve tüm gizliliğiyle (hassktir!)
devam ediyor. Robotumuza parça sağlamakta bazı güçlükler
çekiyor olsak da, mutlu sona ulaşmamız an meselesi.
Şafakmetre 40'ları gösterirken 307KD-MTR
"Küçük bi temizlik faaliyetimiz var 307KD-MTR" komutuyla
MEBS yollarını parlatıyor olacak,
eee bu kadar zaman sonra ben mi parlatıcam a.k...

Perşembe, Mart 16, 2006

TRUSH HOUR!




















Oldum olası kalabalıktan hazzetmem, bu yüzden
de sabahları işe giderken (bi zamanlar ben de
işine giden bi sivildim bühüühühüü) gavurun
tabiriyle "Rush Hour"da o keşmekeşin içine
girmektense erkenden kalkmayı ya da işe geç
kalmayı seçmişimdir ve ne yalan sööliyim,
ikinci seçenek daha baskındır her zaman.
Bi bara gittiğimde ise hep biraya en yakın,
kalabalığa en uzak yerlerde sabitlerdi kendini
bu fani beden. Fatura kuyruklarından kaça kaça
yediğim faizler ve cezalar ve ise kol ebatlarını
çoktan aşmış, kanalizasyon borusu kıvamındadır.
Ev hayatımda da senelerdir aynı kararlılıkla
yalnızlığı seçmiş, ben ve ben mutlu bi şekilde
yaşar iken, bu asosyal kalabalık düşmanını 100
küsur kişiyle yaşamaya mahkum ettiler aniden.
Artık "rush hour"ların yerini "trush hour"lar
almıştı. Önceleri sabahın 6'sında 100 kişinin
8 adet lavaboda traş olmak için girdiği yarışta
yataktan 20 dakika erken kalkmak suretiyle
(matematik problemi gibi oldu be) galip gelirken,
artık kol saatimin alarmının beni uyandırma
konusunda eskisi kadar başarılı olmaması sebebiyle
farklı yöntemler denemek zorunda kalıyorum.
Mesela dün sabah traş köpüklerinin içine asit
zerkedilen iki arkadaşımızın hastaneye kaldırılması
nedeniyle zorda olsa boş lavabo bulabildim. Bu sabah
ise önümdeki arkadaşın kaygan zeminde dengesini
kaybedip düşerek kafasını yarması beni çok üzse de,
traş olacak boş lavabo bulabilmem beni teselli etti.
Yarın sabah mı, silahlıktan bi kasatura kaybolmuş
dün akşam, umarım sabah telaşıyla bi kaza olmaz?