Cuma, Aralık 30, 2005

Perşembe, Aralık 08, 2005

iyi be

MEBS. OK. VE EĞT. MRK. K.LIĞI
ANKARA MAMAK


neyse, 'ankara-mamak' tarafini
rahat anladim, gerisini de
gidince goricez
bi ay soona falan gorusurus...

Salı, Aralık 06, 2005

cikmaz demeyin...












yarin bizim askerligin
nereye cikacagi aciklanacak
esas milli piyango
bu a.k.!!!!

Pazartesi, Kasım 28, 2005

seni seçtim picasso




"Türkiye böyle bir şey görmedi. İnsanlar bu sergiyi
gezebilmek için 1 saatten fazla kuyrukta bekleyip
öyle içeriye girebiliyor. Sabırla bekliyorlar.
Genci, yaşlısı, pusetinde bebeği, kucağında çocuğuyla
gelenler var.

İyi bir iş yapınca insanın yüreğine sinen hissi yaşıyorum.
Türk insanının böyle şeylere hasret olduğunu görmek
beni mutlu ediyor."

Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer

isim konusunda bi yanlış anlaşılma olduğundan
şüpheliyim nazancım...

Cumartesi, Kasım 26, 2005

çocuktan al haberi...(+18)



Elmalı askerlik şubesi önü,
sabah saat 10.30...

-Abiii, sen yeni asker misin?
-He canım!!!
-Abiiiii!
-...?
-Yarraaa yedin!

Çarşamba, Kasım 23, 2005

curriculum vitae



şunun şurasında 15-20 günüm kalmışken askerliğe,
ve önümde boş geçecek bi 5-6 ay varken ben yeni
"CV" yok efenim yeni "Portfolyo" ne biliim
bunnarın ardından gelecek yeni "Kariyer" planlarımı
kafamda ciddi ciddi şekillendirmeye başladım bile
içimden "The Apprentice"nin müziğini mırıldanarak.
Zira bu kez II. Jean Paul'ün vefatının ardından
Vatikan'a gönderdiğim CV'deki gibi bi hüsran yaşamak
istemiyorum, halbuki ne kadar ümitliydim o işten, neyse...

Cuma, Kasım 18, 2005

başka derdimiz yok a.k.















bu ne be?

Gerek Türk vatandaşları, gerekse gurbetçiler,
taslak halinde hazırlanmış bu metni
rulo yaparak kullanabilirler. Yanlış kullanım
nedeniyle belli nahiyeler kilitlenme
noktasına gelebilir. Almanya ve Avusturya'daki
gurbetçilerin haydar dümen'i gün boyu telefonla
arayarak şikayetlerini dile getirdikleri
bildirildi, aman dikkat.

9..., 10..., 11..., pırt...

















içimden "eye of the tiger"ı sööliyerek,
500 şınav çekebileceğimi düşünüyorum,
sözlerini unutmuşum ama, 11'de kalıyorum şimdilik...

Perşembe, Kasım 17, 2005

6...,7...,8...!!!






















ben gidiom yaaa, çizemiicem bi süre,
"kızları da alın askere"
demek istiorum son söz olarak...


du lan, bi ay var daa salak...

olsun, yine de kızları da alsınlar!

Pazartesi, Kasım 14, 2005

tea? you drink?



Kendine yabancılaşmasının resmi dili,
"american english"ti ve en kararlı ses tonuyla
"I need a strong rope" dediği hırdavatçı
onu turist sanıp çay ikram edince,
"istanpul cok gusel, raki sis kepap cok gusel"
diyebildi ancak, ağlayarak dükkandan kaçarken...

Cumartesi, Kasım 12, 2005

Perşembe, Kasım 10, 2005

Olur bööle şeyler...



Bi anda gözümde ilkokul yıllarımdan bi gün canlanmıştı 10 kasım törenleri
sebebiyle heykelin altında ekşittiği kıpkırmızı yüzü ile ufak ufak
kıpırdanarak kendine verilen nöbet görevini yerine getirmeye çalışan
ama her halinden az sonra altına edeceği belli olan veledi gördüğümde;

Ailemin memuruyeti sebebiyle bulunduğum şirin bi ilçeye, şirin bi
Turgut Özal'ın gelecek olması sebebiyle, sabahın köründe ve
kışın ayazında onlarca veled ilçe meydanına dizilmiştik. İlk yarım saati,
dersten yırtmanın keyfiyle zevkli geçen bu zorunlu bekleyiş, soğuğun ve
ayakta bekleme süresinin artmasıyla hafif hafif ızdıraba dönmeye başlamıştı.
Bi de Turgut Özal'ın koşarak geleceğini düşündüğüm için (Emin Çölaşan
"Turgut nereden koşuyor?" die bi kitap yazmıştı o dönem)pek de fazla
bekleyeceğimizi sanmıyordum ilk başlarda.

Yaklaşık iki saatlik bi bekleyişin ardından soğuğa ve ayakta beklemenin
verdiği yorgunluğa bi de çişimin gelmesi eklenmiş, ben de o dönem
çok geniş olmayan küfür dağarcığımla artık gözümde pek sayın olmayan
sayın Turgut Özal'a saydırmaya başlamıştım. Sevgili öğretmenlerimiz
sayın başbakanın sağda solda işeyen öğrenciler tarafından karşılanmasının
pek hoş olmayacağını düşünmüş olsa gerek ki, çişe gitmemize de izin
vermemişlerdi. Bekleyişimizin yaklaşık üçüncü saatinde öğretmenimiz
"Çocuklar, sayın başbakanımızın işi çıkmış gelemiicekmiş, ee başbakan bu
boru diil, hadi okula dönüyoruz" demişti. Başbakanın gelememesi ve okula
dönecek olmamız beni nasıl rahatlatmıştı anlatamam, soğuğu unutmuştum,
adeta içimi bi sıcaklık kaplamıştı. Çok geçmeden arkadaşlarımın
gülüşmelerinden bu rahatlamanın ve sıcaklığın gerçek sebebini
acı da olsa anlayabilmiştim. Öğretmenimiz "Olur bööle şeyler, çocuklaar
gülmeyin bakiiim arkadaşınıza, aaaaa!" diyerek sırtımı sıvazlarken,
ben ileride Turgut Özal'a düzenleyeceğim suikastin planlarını yapmaya
başlamıştım bile...

Cuma, Kasım 04, 2005

everybody be cool, this is a bayram...



Tamam, daha önce de garip rüyalar gördüm,
ama bu kadarına da pes doğrusu diye söyleniyodum
kendi kendime bayram sabahı uyku sersemliğini
üstümden atmaya çalışırken.

Hala rüyanın etkisindeydim, Mia Wallace
(Uma Thurman) en seksi haliyle karşımdaydı,
dans ediyoduk, fakat müzikde bi gariplik vardı.
Vincent (John Travolta) davul çalıyor,
Jules (Samuel L. Jackson) ise ona zurna ile
eşlik ediyordu. Enstrümanlar tuhaf olsa da
melodi tanıdıktı, uyanmış olmama rağmen
müziği haala bu kadar canlı şekilde işitebilmemi
garipsedim. Biraz kulak kabartınca bunun bi rüya
olmadığını farkettim, yani müziğin. Bu, bu bi kabustu.
Evet koca bi ay boyunca her gece kafamı ütüleyen,
en tatlı rüyalarımın orta yerine davuluyla giren
mahallemizin pek saygıdeğer davulcusu ve
zurnacı ekürisi ramazan bayramı repertuarlarına,
Dick Dale'den Misirlou'yu da (hani pulp fiction'ın
şu meşhuuur müziği) eklemişler ve bunu benim kapımın
önünde çalmayı münasip görmüşlerdi.

Ee daha neler görecez bakalım...

Salı, Kasım 01, 2005

el öpenlerin...


dökülür artık piyasaya,
kıçımın marjinalleri,
bayram harçlığınız,
kaç bira ediyo?!?!

Perşembe, Ekim 27, 2005

Çarşamba, Ekim 26, 2005

planlar, planlar...


askerden sonrası için süper planlarım var,
şimdiden hazırlıyorum kendimi a.k.!

Cumartesi, Ekim 15, 2005

acaba...

blogumu attila ilhan'la (Duygu, saol canım) ilgili bişiyler yazmadım,
günaha girmiş miyimdir allaaam!

yumurta kapıda...


her türkh asker doğar ya,
ben yumurtadan çıktım a.k.!

Cuma, Ekim 14, 2005

aman diyiim!!!


Önce "Deli Dana" şimdi "Kuş Gribi", ee ne var sırada? "Arıza Balık" mı...!?!

Çarşamba, Ekim 12, 2005

kalleş kuş gribi...



Masum rolü yaparak ordan oraya pır pır uçan
evin kadrolu muhabbet kuşunu yan gözle keserken
tırstığımı çaktırmamak için yaş grubumuz arasında
80'li yıllarda hit olmuş
"Mini mini bir kuş donmuştu,
pencereme konmuştu,
aldım onu içeriye,
cik cik cik cik ötsün diye..."

şarkısını söylüyodum. "Gözlerinin içine bak, gözlerinin içine bak"
diyordum kendi kendime soğukkanlılığımı korumaya çalışarak.
Göz göze geldiğimizde sanki olanların farkındaymış gibiydi.
Kah kafesine kalem, fırça vs. sokarak, kah uyuduğu sırada
kafesine yaklaşıp "böööoaaaurrgh" şeklinde bağırarak huzurunu bozduğum
günlerin öcünü almak istercesine hain bi sırıtış vardı kuşun yüzünde.
Aynasının karşısına geçip uzun uzun tüylerini düzeltti,
aynadan yüzünün yarısı görünüyordu fakat yine de o hain sırıtışla
bana göz kırptığını çok net bi şekilde görmüştüm, bayılmışım...

Ulan hani donmuştun, seni içeri almıştım, hain puşt...

Pazartesi, Ekim 10, 2005

Çok "jiggy"sin kız halimeee!!


Caanım memleketimin güzide
TV kanallarının programları
için seçtikleri fon müziklerinin hastasıyım.

Mesela bilmem nerenin bilmem ne köyünü
tanıtan bi program; gözleme yapan
yurdum köylüsü, tezek, inekler veeeeeeee
fonda Will Smith'den Gettin' Jiggy Wit It!

Sözler mi? :

On your mark ready set let's go
dance floor pro I know you know
I go psycho when my new joint hit
just can't sit
gotta get jiggy wit it
ooh that's it
now honey honey come ride
DKNY all up in my eye
you gotta Prada bag with alotta stuff in it
give it to your friend let's spin
everybody lookin' at me
glancin' the kid
wishin' they was dancin' a jig
here with this handsome kid
ciga-cigar right from Cuba-Cuba
I just bite it
it's for the look I don't light it
illway the an-may on the ance-day oor-flay
givin' up jiggy make it feel like foreplay
yo, my car, yo its Infinite-
ha ha
Big Willie Style's all in it
Gettin' Jiggy Wit It

Çok "jiggy"sin kız halimeee!!

Gelin adayı kızlarımızın kaçırmadığı
(ben niye izliyom lan bunu!??)
düğün öncesi hazırlıklar vs. programı;
nikah şekerleri, gelinlikler, süsler veeeee
fonda 50cent'ten P.I.M.P!

Sözler mi? :

I don't know what you heard about me
But a bitch can't get a dollar out of me
No Cadillac, no perms, you can't see
That I'm a motherfucking P-I-M-P!

Bitch choose with me, I'll have you stripping in the street
Put my other hoes down, you get your ass beat
Now Nik my bottom bitch, she always come up with my bread
The last nigga she was with put stitches in her head
Get your hoe out of pocket, I'll put a charge on a bitch
Cause I need 4 TVs and AMGs for the six Hoe make a pimp prich,
I ain't paying bitch Catch a date, suck a dick, shiiit,TRICK

Evlen benimle Bitch!!!

buradan açamayınız...


insanlarda nescafe 3ü1 arada gibi,
bazısı hemencecik açılıyo,
bazılarını bayaa bi zorlamak gerekiyo...

Cumartesi, Ekim 08, 2005

teminatör gibi bişiy


sevdiklerim, seveceklerimin teminatıdır...

atacaksan...

Bu sabah erken kalktım, yürüyerek işe gelirken,
"Kadın Yarı"nın orda (antalya'da bi yer işte,
gel gör, bi de onu mu anlatcam)denizi izleyen
bi çift gördüm. Ben tam yanlarından geçerken oğlan kıza
"Beni aldatırsan seni burdan atarım, valla!" diyodu,
"Birader atacaksan ben aliim" diyecektim, vazgeçtim,
tööbe tööbe...

Çarşamba, Ekim 05, 2005

pişşşşşşşştt

bugün bilmem kaçıncı fincan kahvenin ardından,
koşaradım kendimi ofis tuvaletine atmış
"ohha, kaç litre kaave içmişim lan!" diye
düşünerek rahatlıyodum ki, arkadan biri
"pişşşşşşşştt" dedi. Hassktr efektli,
ani bi hareketle pantolunumu iliklerken, gözümün önünden
"ofiste taciz" "reklam ajansında skandal" manşetleri geçiyodu.
Haala alışamadım şu elektrikli oda spreylerine a.k.!

Cumartesi, Eylül 24, 2005

içeri(di)m




Aşağı yukarı hayatımın 5'te 1'inin 10 katının
karesinin 1000'de birinin 4 katı kadar bi zamandır
içer(d)im, bu süre zarfında cebimdeki paranın
3'te 2'si kaleme 8'de 5'i silgiyeymiş hiiiiç bakmaz
direkt verir(d)im içkiye. Öyle ki a ve b muslukları
içtiklerimi 10 saatte bi havuza doldursa ve
c musluğu da 25 saatte havuzdan boşaltsa bi sürü
sarhoş yüzücümüz olur ve a aracı x noktasından y noktasına
zor gider benim gibi içse(idi)...

Cumartesi, Eylül 17, 2005

ter


















Sıcak havalarda içmek de keyifli aslında,
hani soğuk bardak, şişe, kutu falan da
benimle birlikte terliyo ya,
insan var gibi oluyo karşımda.
Yaz aylarının bi bu yönünü seviyom galiba, evet...

Salı, Eylül 13, 2005

valla toz kaçtı...


hani artizler bööle rol icabı şıppadanak ağlar da,
"vay be ne rol kesiyo puştun evladı" deriz ya,
mutlu rolü yapmak daha zor a.k., valla!

Perşembe, Eylül 08, 2005

Ben de yaz insanı olacam a.k.!










"Tüm tatilcilerin ayağına deniz kestanesi batsın!" dileğimin (bkz. hayvanat tatil ister)gerçekleşmesini bekleyerek geçti yine koca bi yaz. Daha önce hiç bi dileğimin gerçekleşmemiş olması bile bu vakur bekleyişimi engelleyemedi, hergün gazetelerin yerel haber sayfalarını açıp "akdeniz plajlarında katil deniz kestaneleri dehşet saçıyor" manşetlerini aradı gözlerim, nafile... Arada plajlara kimliği belirsiz kişiler tarafından dökülen raptiyeler yüzünden yaralanan bi kaç tatilci ile ilgili haberlerle karşılaştığımdaysa nedense hiç şaşırmadım.

N'ooluyordu kuzum bana, ne idi benim bu tatille, tatilcilerle alıp veremediğim? Hemen telefona sarılıp psikoloğumu aradım, karşıma telesekreter çıktı, mesaj açıktı, o ibne de tatile gitmişti. Ben de açık, kısa ama işlevli bi mesaj bıraktım.

"Neyse..." diye düşündüm "Yaz bitti nasıl olsa, hepsi gidecek, dalgalı boş plajlar, yağmurla ıslanmış sessiz sokaklar sana kalacak, koca kış seni bekler..." Tam fonda Björk'ün eşlik ettiği kış hülyalarına dalmıştım ki bi kaç ay sonra askerde izmarit topluyor olacağım gerçeği bi balyoz gibi indi beynime. İçimden pek saygı değer TSK ile ilgili bi kaç kısa ama işlevli yorum yaptıktan sonra sakinleşebildim. Ve her yaz sonu yaptığım gibi kesin kararımı verdim: "Ben de yaz insanı olacam a.k.!"

Şimdi alışverişe çıkacam, bi çiçekli gömlek, bi tanga terlik, göbeği de erittimmi gelecek yaz kesin Bahamalar'dayım, valla...

Cumartesi, Eylül 03, 2005

harbiden delmiş...









yanımdan geçen düğün konvoyunun
bas bas bağıran kornalarının beynimi
delercesine ağrıtmasını garipsemiştim
ilk anda, meğer harbiden delmiş beynimi ibneler...

bireysel silahlanmaya hayır demem için çok mu geç ki?

(25 yaşındaydım, bekardım, toplumsal yaralara parmak basan bir kişiliğe sahiptim!?)

Perşembe, Eylül 01, 2005

görmüş müdür ki?












Ben küçükken, benden büyük allahtan küçük bi dedem vardı. Her akşam benden küçük bi büyük içerdi. O zamanlar bana çok ilginç gelen bişey yapardı dedem içerken. Ne zaman allah şarkı söylemeye başlasa (ezan deniyomuş ona, sonradan öğrendim) kadehini, şişesini, mezesini alır masanın altına koyardı. Ezan bitince de yine hepsini özenle masanın üstüne yerleştirir, kaldığı yerden devam ederdi. Durumu çözememiştim ama, ne zaman ezan okunsa ben de oyuncaklarımı falan dedemle senkronize bi şekilde kanepe koltuk altlarına saklar olmuştum. Alışkanlık yapmış heralde, ayıptır söölemesi, geçen hatun var evde, ezan başlayınca yatağın altına sakladım alelacele, görmüş müdür ki?

Çarşamba, Ağustos 31, 2005

Anonymous said...

ne zamandır yazacam unutuyom, geçenlerde
bi arkadaş google' da "MUM SÖNDÜRME"
anahtar sözcüğüyle arama yaptırıp, (kafaya bak)
kazara benim blog düşmüş. Gerçi "TRAVESTİ ŞULE"
anahtar sözcüğüyle gelenini de gördüm şaşırmam ama,
bu arkadaş giderken arkasında bunnarı bırakmış:

"içmekten baska bir isiniz yokmus boş gelmissin boş gidiyosun"
"ateistler bari imanı bütün insanlara karışmayın"
Anonymous said...

Anonymous seiddik lan...!? (pardon)

Pazartesi, Ağustos 29, 2005

Şimdi bu kompiter herşeyi bilir mi Spak abi?








Turist ömer:
- Şimdi bu kompiter herşeyi bilir mi Spak abi?
Mr.Spak:
- Evet mister turist..
Turist ömer:
- Müsaade et bi soru da ben sorayım..
yav kompeter, bu haftaki loto sonuçları ne olur be?

İşte Turist Ömer Uzay Yolunda filminde şahit olduğum bu müthiş dialogla başladı bilgisayarlara ilgim. Loto sonuçları konusunda herhangi bir veri alamamam beni biraz hayal kırıklığına uğrattıysa da, bilgisayar teknolojilerinin gelişimini hep saygıyla izledim. Çoğu zaman aklımın almadığı bu gelişmeler bilgisayarlara karşı eziklikle karışık bi bağlılık yarattı bende. Bu eziklikten mi bilmem hani bi bilgisayarı altetme fırsatı verseler elime hiç kaçırmam,atlarım. Kompütere "zzzııtt erenkööy!" diyen, sonunda cazırdayarak bozulmasına sebep olan turist ömer'i hep kıskanmışımdır mesela.

Bugün web'de karşılaştığım bi proje kısmen de olsa bilgisayara "zzzııtt erenkööy!" deme tadında duygular yaşattı bana. Olay şu: abinin biri oturmuş DİNGO diye bi program geliştirmiş, aklınızdan bi obje, alet vs. tutuyosunuz. Dingo size çoktan seçmeli sorular sormaya başlıyo ve bu sorulara verdiğiniz cevaplar sonunda aklınızda tuttuğunuz şeyi tahmin etmeye çalışıyo. Program şu an beta aşamasında olduğundan soyut kavramlar ya da kazık objeleri tahmin edemiyo ama yine de DİNGO'nun başarısı beni şaşırttı. Siz de bilgisayara "zzzııtt erenkööy!"demek istiyosanız aşağıdaki linkten basit bi işlemle projeye üye olup işin zevkli kısmına hoop diye geçebilirsiniz.

"operasyon amplifikatör entegresi"ni tutacam aklımdan, sıkıyosa bul dingo efendiiiii!!!!

http://www.canavarlar.com/dingo/

Salı, Ağustos 23, 2005

gülme lan!










Eskiden böyle olmazdı bana, içki dostlarımın azalmasından, birer birer başka memleketler göçmelerinden mi yoksa ufaktan yaşın ilerlemesinden mi bilmem bu aralar pek bi keyifsiz içmek.

Hani şu şişelere sıkı sıkı sarılıp fransız öpücüğü tadında yudumlar aldığım günleri arar oldum. Her yeni şişe narin bi dilber edasıyla süzülerek gelir, içinde ne varsa, bir damlasını bile sakınmadan paylaşırdı bizimle, biz de her eksilen yudumun yerine muhabbet doldururduk. O kadar ki hani kalkıp gitme vakti geldimi, şööle bi dönüp bakardık geride kalana, o içinde kalan bi iki damla gidişimizin ardından dökülen göz yaşı gibi gelir, dayanamaz döner geri son bi küçük öpücük alırdık şişenin ağzından.

Şimdi mi, şimdi dönüp bakınca, Erol Taş gibi kahkaha atıyo sanki ibneler arkamdan...

Pazartesi, Ağustos 22, 2005

F1 türkiye'de...

DHA muhabiri Kurtköy pisti yakınlarında bi kahvehanede
televizyon izleyen vatandaşa yaklaşır...

muhabir:
-Formula 1'i izliyorsunuz, nasıl heyecanlı mı?
vatandaş:
-evet, çok heyecanlı...
m:
-hangi takımı tutuyorsunuz?
v:
-BEŞİKTAŞ!
m:
-Yok, formula 1'de hangi takımı...
v:
-Alanzou'yu (huh)

Çarşamba, Ağustos 17, 2005

marry me neccclaaa!!!!













Çok eski bi arkadaşım necla, yıllardır aramızda dönen bi geyik vardı; "Masterını, doktoranı yap, ben de kimseyle evlenmezsem o zamana kadar, seninle evlenirim!" derdi, ben de: "Rektör bile olurum huleen!" derdim. "Havanı alırsın koççuuum"demenin başka bi yoluydu galiba necla'nın yaptığı, ama neyse, umut fakirin ekmeği!?

Efenim ben şimdi bu konuyu niye açtım? Geçenlerde necla'nın, ayıptır söölemesi, doğuda, eşşeğin zikinde bi yere tayini çıktığını duydum, bu tayini engellemek için çeşitli yollar arayan 657' ye taabi bu sevgili arkadaşımın son seçeneklerinden biri de anlaşmalı bi izdivaç yoluyla bu zor durumdan yırtmak. Dediğim gibi son seçenek de olsa ortada böyle bi durum var ne yazık ki. İşte bu durum da benim aklıma "Benden memur olur mu?, olursa nasıl olur?" vb. soruları soktu dün gece.

Sonuç mu? Anladım ki ben den olsa olsa Avarel Dalton olur!!!

Pazartesi, Ağustos 15, 2005

Acilen "Clark Kent"ler aranıyor!

ne yazık ki Antalya'dayım ama belki buradan
duyuruları takip edebilirim,
batman'i çağıran spot gibi bişiy...

KAYIP...










En son makalesinde türk esnafının çarpık yapısına, çürümüş düzenine dikkat çeken ve korkusuzca bu konunun üstüne giden araştırmacı yazar sayın ANİTEZ o gün bugündür kayıptır. Kendisinin gözü dönmüş türk esnafının hışmına uğradığını düşünüyor ve hayatından endişe ediyoruz. Bilgisi olanlar lütfen bağlantıya geçsin ya da geçmesin ne biliyim yav...

Perşembe, Ağustos 11, 2005

şarkı söylemek de suç!?!











Efendim henüz kundak bebeğiyken huysuzluğuna çare anason koklatmakta bulunmuş bi insan olarak içkiyle aramın biras iyi olduğunu söyleyebilirim. Amma ve lakin bu bünye de zaman zaman içkiden sıkılmakta, alkol tüketimi için şevk verecek yenilikler aramaktadır. İşte sanırım yine böyle bi dönemdi; arkadaşlarla, islamla hiç alakamız olmamasına rağmen, kandil tarihlerini takibe başladık. Ve bu günlerde ortak bi mekanda buluşup içer olduk, artık o kadar doğal bi hale gelmişti ki bu kandil gecesi içmeleri, gelmeyenlere "hacı geçen kandil gecesi göremedik seni, günahtır, bi kaza edelim şunu" gibi sitemlerde bulunur olmuştuk.

Yine böyle bir gece (müslümanların muhammed'in dogduğu gün olduğuna inandıkları mevlüd kandiliydi galiba) yoğun içki tüketimi, muhabbet ve "iyi ki doğdun muhammed, iyi ki doğdun muhammed!" nidalarıyla geçmiş, sarhoş bünyeler evlerinin yolunu tutmaya başlamıştı sabaha doğru. İşte bu sarhoş bünyelerden biri olan kadim dostum, deli insan, Yasin, alkolün etkisiyle mi yoksa deliliğinin bir sonucu mu bilinmez, geçer bir caminin önüne ve "İYİ Kİ DOĞDUN MUHAMMED!!" şarkısını kesinlikle detone olmadan ve makamıyla söylemeye başlar. İçerde kandil münasebetiyle ibadet eden müslümanlar nedense biraz alınırlar bu durum karşısında, halbuki ne vardır canım altı üstü bi doğum günü şarkısı armağan edilmiştir peygamberlerine. Sanırım müzik zevklerine pek uymayan bir şarkının seçilmiş olması sebebiyle Yasin'e karşı giriştikleri küçük linç girişimi, Yasin arkadaşımızın o semtte hatrı sayılır bir kişi olması sayesinde bertaraf edilir.

Olaydan çıkardığımız ders: "İyi ki doğdu muhammed" şarkısı müslüman aleminin pek sevdiği bi şarkı değilmiş, yeni bir şarkı seçilecek...

Cuma, Ağustos 05, 2005

Turistik Kaleiçi Turu ?!?








Şu kaleiçi'ni gezdirdiğim şişelerin sayısı kaçtır diye düşündüm; kaç sokak, kaç geçidi tanıttım onlara, peeeeh! Hepsinin muhabbeti farklı, kaprisi farklı, ama geçen pazar anladım ki "kanyak"ın yeri bi başka, hele ki 40 derece yaz sıcağında gezdiriyosam... Şarapçı Özgür'ün kulakları çınlasın, onu da yazacam bi ara

(ayrıntıya girmiicem, kanyak beni gezdirdi diyim yetsin!)

Çarşamba, Temmuz 27, 2005

BULANTI...










Kül tablasındaki izmarit yığınının mide bulandıran kokusuyla kendine geldiğinde gökyüzü yeni yeni aydınlanıyordu. "Kaç saattir bu aynanın karşısındayım?" diye sordu kendi kendine. Alkol ve uykusuzluk yüzünden kızarmış, mor halkaların çevrelediği gözlerine, gözlerinin taa diplerine baktı aynada ve yine o tanıdık his kapladı içini; sanki aynada izlediği kendisi değildi.

Acele bir duş yapıp, sokağa attı kendini. İşte yine şehrin yapışkan, boğucu koşuşturmasına karışmıştı. Yine mekanik, ezberlenmiş hareketlerin, sahte gülümseyişlerin içine saplanıyordu.

Atölyesinin kepengini kaldırırken hala aynayı düşündüğünü farketti. "Birbirimizi ne de iyi tamamlıyoruz" diye geçirdi içinden. "Biz hayatı taklit ediyoruz, aynalar da bizi." Midesindeki bulantıyla düşünceleri bölündü. "İçkiyle depreks kullanmayı bırakmalıyım" dedi fısıldayarak. Aslında bu bulantının midesinden değil, çok daha derinden, benliğinin kuytu bir köşesinden geldiğinin farkına varamamıştı henüz. Atölyenin tuvaletine giden dar koridoru geçti. Tuvaletin zayıf ampulü can çekişen bir ateş böceği gibi göz kırpıyordu. Sırı atmış soluk aynanın karşısındaydı şimdi. Midesindeki bulantı daha da artmıştı.

O an aynadaki yansımasından gelen sesle dondu yerinde: "Vakit geldi!". Hayal gördüğüne inanmak istiyordu. Bu sesin gerçekliği onu korkutuyordu. "Aslında benim hayal olmam korkutmalı seni" dedi aynadaki yansıması ve devam etti "Mutsuzluğunun, bulantının, engellenmişliğinin nedenini hep dışarıda aradın, hep sahte cevaplar buldun sorularına ve hapsettin beni aynalara, sözde bilincine kavuştuğunda. Ama azad edilme vaktim geldi işte, çünkü benim özgürlüğüm senin de özgürlüğün olacak bu dünyada". Bu son sözcükler uzun uzun çınladı kulaklarında.

Saatler sonra şövalesinin yanında uyandığında midesindeki bulantının yerini tatlı bir açlık duygusu almıştı. Dışarı çıktı. Başını kaldırıp gökyüzüne baktığında yıldızların hiç olmadıkları kadar parlak, şehrin hiç olmadığı kadar canlı olduğunu farketti. İçindeki tarif edemediği rahatlık duygusuyla evine doğru yürürken, atölyesinde aylardır boş duran tualinin uçuşan renkler ve çizgilerle canlandığından habersizdi henüz.

Salı, Temmuz 19, 2005

dilek...











evet efenim, bir seneyi daha devirmiş olmanın verdiği hafif buruk bi duygu eşliğinde günlerimiz devam ederken, yolda, markette, dolmuşta, tuvalette karşılaştığım pek çok insanın sorduğu soru aynı: "Mumu üflerken ne dilek tuttun yaaaa??". Tabi arada "Lan ibne, hani mum olayı bize ters ayağı yapıyodun, n'ooldu!!?" şeklinde sorularla da karşılaşmadım değil, ama bu konuya hiç girmiim...
İşte ilk bahsettiğim sorunun yoğunluğu karşısında kamuoyunu bilgilendirmek boynumun borcudur diye düşünerek kolları sıvadım.O anı betimleyen bir çizimle bu meraklı arkadaşların uykusuz gecelerine bi son vermek arzusundayım. Gerçi tutulan dileği açıklamanın o dileğin gerçekleşmesini engelleyeceği inanışı yaygın olsa da, halkı bilgilendirmek adına bir tabuyu daha yıkmak çok daha önemli benim gözümde( Ulan biraya bi zam gelsin yaktım o soruyu soranları şerefsizim!!!). Yukarıda da gayet açık görüldüğü üzre, dileğim tüm insanlığı yakinen ilgilendiren, hassas bir konuda: BİRA. Kendim için bişey istiyosam namerdim, benim dileğim tüm toplumun mutluluğu için. Hani güzellik yarışmasında bi hatun söylese direkt "Gönüllerin Prensesi" olur, ööle bi dilek yani.
Efendim tam bu noktada sayın büyüğümüz, 1993 ÖYS 9.'su, Arizona fatihi, Microsoft'un veliahtı, kibrit kralının oğlu CEM abimizin de kulaklarını çınlatmak isterim, "abiii, busch'dan bud'a geçtin diye biraz buruk olsak da, sana takılanlara karşı verdiğin onurlu savaşta yanındayız abiii, yaşasın ucuz bira direnişimiz!!!

Salı, Temmuz 12, 2005

doğum günü?!


Posted by Picasa
Bi kaç gün sonra doğum günüm. Ne yazık ki böyle özel? günlere pek önem vermem, kendi doğum günüm dışında hatırladığım tek doğum günü tarihi de kardeşiminkidir (ikiziz!?) Kendimi bildim bileli kutlama-eğlence adamı olamadım. Kalabalıktan hiç hazzetmem. Ek olarak, hafif anti-sosyal olduğumu da belirtmek isterim. Bu sebepten doğum günlerimde organizasyon genellikle 'topkek üstü kibrit' şeklinde tertibedilir ve içilen pek çok bira organizasyonumuza renk ve gaz katar. Alkol tüketimi günlük yaşamımızın bi parçası olduğundan onu etkinlik listesine almasam bile olur
Aslında doğum günü kutlama geleneği hep ilginç gelmiştir bana. Bu gelenek ilk olarak avrupa'da uygulanmaya başlamış. Kötü ruhların insanlara doğum günlerinde zarar vereceğine inanıldığından, doğum günü olan kişinin ailesi ve arkadaşları o gün bir araya gelerek iyi dileklerde bulunur ve kötü ruhlara karşı koruyacağına inanılan hediyeler verirlermiş. O bakımdan, bizim de doğum günlerinde bööle yıkılana kadar içmek yerine ne biliim efenim iki elham bi kulavallah falan okumamız, o yatır senin bu türbe benim gezmemiz daha münasip olur kanaatindeyim :).

Bi de şu mum söndürme olayı var. Bu da sanırım ilk almanya'da baslamış. Aileden biri sabah erkenden kalkar doğum günü pastasının üstündeki mumları (kişinin yaşı+1 adet) yakar ve mumlar bütün gün yanık kalırmış. Akşam yemeğinden sonra doğum günü insanı, içinden "pastanın da mına koymuşsunuz lan!" diyerek ve bi dilek tutarak mumları söndürürmüş. Bana göre ise bu mum söndürme olayının insanı geren bi yönü var. Sanki "Olm yaşlanıyon, bitiyosun bu mum gibi, söneceksiiiiiiiin!!!" diyo etrafındakiler mum söndürene içten içe.

O yüzden diyorum ki: rahat bırakın mumları, iptidai ortam aydınlatma gereci ya da ne biliim romantik ambians aksesuarı olarak kullanın, ama doğum günlerine bulaştırmayın şu mumları...!

Çarşamba, Haziran 22, 2005

edmund j. sullivan aka. edmund abi!


Posted by Hello
1869' da doğan bu yüce insan için bu günlük "blogda kendi çizim ve fotolarımı kullanacam, kullanmazsam eşşek oliyim!!" kararımı rafa kaldırıyorum. burada sayamayacağım kadar çok esere imza atan edmund abi, benim gönlümdeki tahtına ömer hayyam'ın "rubailer" i için yaptığı çalışmalarla oturmuştur. rubailer için 76 illustrasyon yapan edmund abi'nin en sevdiğim çalışmasını yukarıda görmektesin.

aşağıda da hayyamdan bi dörtlük

Beni özene bezene yaratan kim? Sen!
Ne yapacağımı da yazmışın önceden.
Demek günah işleten de sensin bana:
Öyleyse nedir o cennet cehennem?

Salı, Haziran 21, 2005

camiye mi geldik!??!


Posted by Hello
arkadaşlarla içerken edindiğimiz bi adet, "şerefe" yerine "camiye mi geldik" deriz, o kadar yerleşmiştir ki bu laf ağzımıza, bizimle içen pek çok kişiye de bulaşır. bi kaç gün önce kanada'dan bi kaç arkadaş geldi, biri (jean vier) bi kaç senedir her yaz geldiği için bizim virüsün taşıyıcılarından, ve bu gelişinde gördüm ki baya da insana bulaştırmış bu "camiye mi geldik" virüsünü. yanında getirdiği elemanları iki yudumda bir camiye mi geldik nidalarıyla biraları kafaya dikerken gözlerim yaşarmadı desem yalan olur!! işte tam bu noktada sayın hocamız ulu sanat insanı özgür soğancı'nın "bi gün cami size gelecek" sözleri çınladı kulağımda, gelir mi? gelir!!!

hayvanat tatil ister!


Posted by Hello
canım şehrim "yabancı uyruklu bayanların genital organları" gibi yanarken!?!? sabah kalkıp işe gelmek her geçen gün daha da tatsız bir hal alıyor. bir de yollarda çiçekli şortları ve "tanga terlik"leriyle arz-ı endam eden tatilcileri görmek, ben bilgisayar başında o layer senin bu layer benim uğraşırken, onların akdenizin serin sularında serinlediğini, kah deve güreşi yaparak kah suyun altıda ossurup çıkan kabarcıkları izleyerek eğlendiğini ve hatta üstüne üstlük caaanım akdeniz'ime işediğini bilmek bu tatsız hale tuz biber ekerek "acı" bir hale dönüştürüyor.
buradan tüm tatilcilere sesleniyorum: "umarım ayağınıza deniz kestanesi batar"!