Salı, Haziran 28, 2005
Çarşamba, Haziran 22, 2005
edmund j. sullivan aka. edmund abi!
1869' da doğan bu yüce insan için bu günlük "blogda kendi çizim ve fotolarımı kullanacam, kullanmazsam eşşek oliyim!!" kararımı rafa kaldırıyorum. burada sayamayacağım kadar çok esere imza atan edmund abi, benim gönlümdeki tahtına ömer hayyam'ın "rubailer" i için yaptığı çalışmalarla oturmuştur. rubailer için 76 illustrasyon yapan edmund abi'nin en sevdiğim çalışmasını yukarıda görmektesin.
aşağıda da hayyamdan bi dörtlük
Beni özene bezene yaratan kim? Sen!
Ne yapacağımı da yazmışın önceden.
Demek günah işleten de sensin bana:
Öyleyse nedir o cennet cehennem?
Salı, Haziran 21, 2005
camiye mi geldik!??!
arkadaşlarla içerken edindiğimiz bi adet, "şerefe" yerine "camiye mi geldik" deriz, o kadar yerleşmiştir ki bu laf ağzımıza, bizimle içen pek çok kişiye de bulaşır. bi kaç gün önce kanada'dan bi kaç arkadaş geldi, biri (jean vier) bi kaç senedir her yaz geldiği için bizim virüsün taşıyıcılarından, ve bu gelişinde gördüm ki baya da insana bulaştırmış bu "camiye mi geldik" virüsünü. yanında getirdiği elemanları iki yudumda bir camiye mi geldik nidalarıyla biraları kafaya dikerken gözlerim yaşarmadı desem yalan olur!! işte tam bu noktada sayın hocamız ulu sanat insanı özgür soğancı'nın "bi gün cami size gelecek" sözleri çınladı kulağımda, gelir mi? gelir!!!
hayvanat tatil ister!
canım şehrim "yabancı uyruklu bayanların genital organları" gibi yanarken!?!? sabah kalkıp işe gelmek her geçen gün daha da tatsız bir hal alıyor. bir de yollarda çiçekli şortları ve "tanga terlik"leriyle arz-ı endam eden tatilcileri görmek, ben bilgisayar başında o layer senin bu layer benim uğraşırken, onların akdenizin serin sularında serinlediğini, kah deve güreşi yaparak kah suyun altıda ossurup çıkan kabarcıkları izleyerek eğlendiğini ve hatta üstüne üstlük caaanım akdeniz'ime işediğini bilmek bu tatsız hale tuz biber ekerek "acı" bir hale dönüştürüyor.
buradan tüm tatilcilere sesleniyorum: "umarım ayağınıza deniz kestanesi batar"!
Pazartesi, Haziran 20, 2005
uzun zamandır
geçen hafta, uzun zamandır evde içmediğimi farkedip eve küçük bir içki yığınağı yapmamın hemen akabinde uzun zamandır nick cave dinlemediğim aklıma gelmiş, kısa bir kararsızlık sonucu rastgele seçtiğim cdlerden birinden rastgele seçtiğim bir parça "the one i've been waiting for" henüz başlamıştı ki, uzun zamandır "o"nu aramadığımı hatırladım. ancak aynı anda uzun zamandır kontur yüklemediğim telefonumun sanki öc alırcasına sırıttığını farkettim, ve o pis sırıtış telefonumun yüzünde donmuş haldeyken, geçenlerde rastladığım bir gugıl reklamının başlığını (sahte ytl korkusuna son!?) okuduktan sonra uzun zamandır sahte tl ya da ytl korkusu yaşamadığım, bunun yerine hayatımı ytl-rakı, ytl-bira paritesine endekslediğim gerçeğini kabullendiğimi hatırlayarak telefonumun bana karşı takındığı tavra hak verdim. evladına yeterli özen gösteremeyen bir babanın ezikliğiyle usulca kapat tuşuna basıp onu uykusuna uğurlarken, önümdeki bira şişesi "abi ben aradan çekileyim istersen, o zaman belki 'o' seni arar" der gibi bakıyordu, "yok canım trip yapıyo 'o', geçer, sen keyfine bak" dercesine bi uzuuun bi yudum aldım. saatin tik takları sanki "nah-a-rar-nah-a-rar-nah-a-rar" diyodu, hiç yüz göz olmadım...
kaygılar
zor zanaat bu memlekette kurt adamlık...
Bizim niye vampirimiz, kurt adamımız falan yok diye düşünürken şöyle bi gözümde canlandırdım törkiş kurt adamın bi gecesini; beslenme amaçlı kendini şehrin ıssız sokaklarına atan kurt adamımız gözüne kestirdiği masum bi bayana arkadan yaklaşır (yav bu saatte, bu sokakta bu hanım hanımcık zat'ın tek başına ne işi var?" diye kıllanmamış da değildir, ancak açlık işte adamın gözünü döndürüyo). Ancak kurt adamımızın seçtiği avın bir genç kız değil de, Şule lakaplı, Abdurrahman adlı bi travesti olduğunu farketmesi, içi tuğla dolu çantayı kafaya yemesinin bi kaç saniye sonrasına tekabül eder ki artık iş işten geçmiştir. Kurt adamımız şule kılığındaki Abdurrahman'ın iri vücudunun karanlıkta uzaklaşan silüetini görür bayılmadan hemen evvel. Açlığına eklenen baş ağrısıyla kendine gelen kurt adamımız "bu sefer daha temkinli olmak gerek av seçiminde" diye geçirir içinden. Tam da bu anda sokağın ucundan yaklaşan üç veledi görmesiyle keyifli bir gülümseme yayılır yüzüne. Öldürücü hamleyi yapmaya hazırlanan kurt adamımız bu arada üç küçük çocuğun ellerindeki naylon poşetleri koklamalarına bi anlam veremeye çalışmaktadır. Ancak kurt adamımızın seçtiği avların üç zavallı yavrucak değil de, Satır Süleyman ve tayfası olarak tanınan toplamda 21 leşleri bulunan evsiz tinerciler olduğunu farketmesi, vücudunun muhtelif bölgelerine çeşitli jilet, satır, şiş darbeleri almasının bi kaç saniye sonrasına tekabül eder ki artık iş işten geçmiştir. Kurt adamımız Satır Süleyman'ın "ne para ne cep çıktı herifin üzerinden mına koyiiim!" sözlerini duyar bayılmadan hemen evvel. Açlığına ve baş ağrısına eklenen kesik yaralarının acısıyla kendine gelen kurt adamımız, "günün son kısmeti" diye düşünür krem rengi Renault arabanın içinde uyuklayan savunmasız kurbanına doğru ilerlerken. Ancak kurt adamımızın seçtiği avın üç kuruş memur maaşıyla 6 çocuk büyüten, depresyonla boğuşan, intiharın eşiğindeki sivil polis memuru Fettah olduğunu farketmesi, 9mm'lik browning'in 13 mermisinin vücudunu kevgire çevirmesinin bir kaç saniye sonrasına tekabül eder ki artık iş işten geçmiştir. Kurt adamımız polis memuru Fettah'ın şarjöründeki son kurşunu kendi kafasına sıktığını görür ve "bakkal açacam mına koyiim" diye düşünür bayılmadan hemen evvel...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)