Cuma, Eylül 22, 2006

kaçmak
















Ortaokul ve lise yıllarımın en zevkli anları hep okuldan kaçmak olmuştur. Sabahın köründe hissedersin o duyguyu, "bugün kaçman gerek"tir. Ya bi sözlü, ya yapılmamış bi ödev, ya gıcık bi ders ya da sadece havalardır bahanen, farketmez uzatabilirsin listeyi. Kaçmaya karar verdiğin anda gökyüzü birden aydınlanır, arp sesleri falan duymaya başlarsın gaipten. Hadi aydınlanmadı, Muson yağmuru yağsa (ki yağmaz Antalya'da, kaçıoduk ama o kadar coğrafya bilioz tamam) ahmak ıslatan der, yürürsün. Bigün çocuğum olursa, sırf okuldan kaçmanın tadını alsın diye okula göndericem, valla...

Çocuk dedim de aklam geldi, dünyada sevişmekten sonra en zevkli şeydir okuldan kaçmak. İlk cümlem ile bu bi önceki cümle arasında bi bağlantı kurarsanız ortaokul-lise yıllarımda henüz sevişmemiş olduğum sonucunu rahatlıkla çıkarabilirsiniz biraz zekiyseniz, ama ortalama okuyucu için açıklama gereği duyduk, çizdik karizmayı (aman canım kızlar hep sivilceli ve tombuldu 90'larda, alla allaaa!).

Neyse efenim, kaçmak güzeldir diyoduk. O kadar ki, sağ elimde küçük bi rahatsızlık vardır o yıllardan kalma "kaçış sevdam"ın eseri; devamsızlığın sınıra dayandığı, eve gelen resmi uyarı evraklarının "düzenli posta kutusu kontrolü yöntemi"yle yok edilmesinin kifayetsiz kaldığı ve okul idaresinden "veli"mize bi telefonun an meselesi olduğu durumlarda uyguladığımız "duvara yumruk atarak eli şişirme ve basket oynarken düştüm hocam elim şişti eve gidebilir miyim yöntemi"nin bıraktığı küçük bi arıza işte sözünü ettiğim. Fakaaat müdür yardımcısının "Aman evladım biraz dikkat et, bak hep sakatlıyosun elini, yazık, cık cık..." nasihatına müteakiben yazdığı izin belgesini aldığında ise şişmiş sağ elin artık eskisinden bile sağlıklıdır senin için.

Böyle işte, aradan 1/10 asır (bak o kadar okuldan kaçtık ama matematiğim de fena değil) geçmiş olmasına rağmen burnumda tüter o kaçış anları, iş yerinde de çok sıkıldım bu ara, haala şişiyo mu ki elim duvara yumruk atınca?

Perşembe, Eylül 21, 2006

kendimle barışık bi insanım...













Dün akşam kendimle içmeye gittim,
Çok sıkıcısın dedim bana, kavga ettik.
Sonra kendime bunu hediye ettim,
Barıştık...

Cuma, Eylül 01, 2006

Hoşgeldin ya şehr-i Sonbahar!


















"Sayın seyirciler Antalya sıcağında asfaltta sucuklu yumurta pişiyo şerefsizim", "Araba kaportasında ızgara et yapan Antalyalı, az sonra...", "Yuh a.k. gölgede 50 derece!" vs şeklinde haberler eşliğinde bi yazı daha atlattık, cümleten hayırlı olsun. En güzeli de sonbaharın ilk gününe hafif bi yağmur eşliğinde "naber lan ipne, nerde kaldın?" demekti sanırım...