Cumartesi, Temmuz 29, 2006

a la minute


















une minute n'est pas assez pour une telle beauté...

vallahi asılmıom, benim ki safi estetik kaygı efenim, yalanım varsa
Photoshop CS2 > Filter > Liquify çarpsın!
orjinal fotoğraf: bilge hanımefendi

yine mi kilit laaaan!!!


















...

"Cenk bey yıllık izinlerini kullanıyorlar efenim, katalogunuz konusunda zazoo bey yardımcı olacak size, kendisinin izni kilitli de..."

"Hoşgeldiniz Kutbettin bey, eee Şule hanım yıllık izindeler, evet efenim, zazoo bey arkadaşların yıllık izinlerinde on kaplan gücündedir, ilgilenir sizinle , buyrun oturun efenim"

"Yok bişeyi efenim zazoo bey'in, işe yeni başladığı için 8 dakikada bir nefes almasına izin verioruz, o yüzden biraz morarmış, iki dakka soona nefes alıcak düzelir!"

...

Askerliğimin nerdeyse yarısını çarşım kilitli geçirmiş olmamdan kaynaklı sinir stresi daha üzerimden tam anlamıyla atamamışken, işe başlayalı henüz bi ay olmuşken ve ufukta izin falan görünmezken bana, ofisin kıdemlileri yavaş yavaş yıllık izinlerini kullanmaya başladılar, tüm iş arkadaşlarıma iyi tatiller dilerken eklemek isterim:

arkadaşlar hepinizin tatil adreslerini aldım sekreter arkadaştan, arkanızı kollayın...

Pazartesi, Temmuz 24, 2006

Jack the slimmer!


















Bir yandan onu yok etmek için aylardır üzerinde çalıştığım planımın son hatlarını kafamda şekillendirirken diğer yandan amacımı anlamasından çekinerek ve biraz da suçlulukla yattığım yerden onu süzüyordum. Ancak olanca umursamazlığıyla ve "bensiz sen bi hiçsin" dercesine yatağa sereserpe yayılmış olduğunu görünce ona olan nefretim biraz daha artmıştı sanki. Birlikte geçirdiğimiz o kadar yıldan, paylaştığımız o kadar anıdan sonra onu ortadan kaldırmak için bu kadar büyük bir istek duymam (karıncayı bile incitemem ben aslında) içten içe beni korkutsa da artık kaçınılmaz sonu daha fazla erteleyemezdim, ondan kurtulma vakti gelmişti.

Gerçi yokluğunu farkedecek olan insanların sorularından çekinmiyor değildim, bizi hep birlikte görmeye alışmış olan çevremiz illa ki bir şeylerden şüpheleneceklerdi. Fakat yaz boyunca yeterince Discovery Channel Crime Kuşağı, arada da Shopping TV (!) izlemiş olmam sayesinde tüm tuzak sorulara karşı hazırlıklıydım. Sevdiklerinin üzerime yöneltecekleri suçlayıcı bakışların baskısı ise onu yok etme arzumun yanında bütün etkisini yitiriyordu.

Bugüne geldiğimizdeyse; yaşadığım anlık gel gitlerden kaynaklı kararsızlıkları ve suçluluk duygusunu (ki bunları da yılların alışkanlığıyla aramızda oluşan bağa yoruyorum) saymazsak, en büyük sorunum hain emelime ulaşmak üzere kullanacağım aleti ve yöntemi seçmekle ilgili çelişkilerim. Tüm kararlılığıma rağmen hem kendim hem de onun için en az acı verici ve en kolay sonu getirecek yolu seçmek için gerekirse bir profesyonelden yardım alacağım, bedelini ödemeye hazırım.

Her ne olursa olsun, bu göbek eriyecek, pişman değilim, olmiicam yani, evet...

i'm afraid depresyondayım ak...


















oh my god, ne harfler istediğim cümlelere dönüşüyor
ne de saniyeler özlediğim anlara nowadays
akıp gitmek mi lan tek işiniz, suckers!

Çarşamba, Temmuz 19, 2006

en yeni yazar cafer



















Cafer apartmanın çatısında salya sümük ağlarken, "yaklaşmayın, atlarım!" diye bağırıyordu. bu meçhul genç hiç şüphesiz çatısında bulunduğu apartmanın dahil olduğu mazbut mahallenin monoton günlük hayatına renk katmıştı. meraklı mahalle halkının gitgide artan kalabalığından yükselen yorumlar gencin bulunduğu çatıya ancak uğultular halinde ulaşabiliyor ve cafer bir yandan ağlarken bir yanda da "ne diolar lan acaba" diye düşünüyordu. gerçi arada "atlasana laan, puşt!" gibi sesler kulağına gelse de, hiç oralı olmuyordu. bu arada mahalle bakkalı salim efendi çekirdek ve meşrubat satışlarının verdiği memnuniyet ve yüzüne yayılmış tebessümle telefona sarılmış, kuruyemiş toptancısına acil ayçekirdeği siparişi vermekle meşguldü.

komşu mahallelerden gelen izleyicilerin de yerlerini almalarının hemen akabinde polis ve itfaiye ekipleri alkışlar arasında olay yerine ulaşmıştı. asayiş komseri halil'in megafonundan yükselen "nedir derdin evladım, in aşşaa, ölüm hiç bişeyin çözümü değil!" sözlerine cafer'in cevabı "estafirildak buraya gelsin..." oldu. bunu duyan halime hanım, torununa patik örmekle meşgul olan komşusu perihan'ı dürterek "ben demedim mi, bak işte sevgilisi terketmiş kesin, adı da pek tuhafmış ne o öyle, estağfirildenk, rum mudur nedir!?" diye söylendi. perihan'ın kızı Şukufe ise o sırada "ah canııım, nası da ata'ya benziyo, gelinin olayım, cenabı allah sonunu benzetmesin..." diye geçiriyordu içinden.

"estafirildak buraya gelsin...!"

aslında birkaç gün öncesine kadar gayet mutlu bir gençti cafer. erol abi'sinin internet kafesinde kah counter oynayarak, kah forum sitelerine "hakiki arkadaşlık sıhhatten farksızdır, kıymeti ancak elden gittikten sonra anlaşılır..." şeklinde yorumlar yazarak günlerini geçirmekteydi. Özellikle ilkokul yıllarında arkadaşlarının hatıra defterlerine yazdığı şiirler ve yorumlarla yazarlığını oldukça ilerletmişti. Özellikle kemalettin tuğcu'dan ilham aldığını söylerdi sık sık. yazarlık yönüyle arkadaşlarının da takdirini kazanmış ve sürekli "oolum, çok büyük yazar olcaksın laan, benim şu komposizyon ödevini yapcan mı be, he mi?" şeklinde iltifatlarla karşılaşır olmuştu. bir gün "ay ne güsel şeyler yazıyon cağfeer, bi site var vebihamding diye, üye oluyon yazılarını yayınlıyolar, herkesler okuyo, valla" dedi bi arkadaşı cafer'e. cafer hiç vakit kaybetmeden erol abi'sinin internet cafesine koştu. yazarlık geleceğinin önünde yeni ufuklar açılacağını hissediyordu. hemen vebihamdik'e üye oldu cafer, yaklaşık bir saat "en yeni yazar: cafer" yazan sayfaya baktı gururla, evet, en yeni yazar: cafer, yazar cafer... ve o 11 kıdemli yazarın arasında yerini alacağı günlerin pek de uzak olmadığını düşünerek başladı yazmaya...

"estafirildak buraya gelsin...!"

mahalleli arasında esat fırıldak adlı bir dolandırıcının genci çarptığı, bu yüzden intihara teşebbüs ettiği konuşulmaktaydı itfaiye aracının merdiveni cafer'in bulunduğu çatıya doğru yükselirken. bir kez daha avazı çıktığı kadar bağırdı cafer: "yaklaşmayın, atlarım, estafirildak buraya gelsin...!" bu arada bakkal salim efendi bir yandan telefonda yeni meşrubat siparişi verirken bir yandan kalabalığın içinde gazoz ve poğaça satan çocuğu kesmekteydi pis pis. "kim evladım bu estağfarıldak? nerde buluruz, çağıralım gelsin?" diye seslendi komser halil.

"estafirildak buraya gelsin...!"

"yazımı nasıl yayınlamazlar ulan vebihamdik'te, yaktın beni estafirildak" diye düşündü cafer yan gözle sıkılan ve dağılmaya başlayan kalabalığı izlerken. homurdanan mahalleli cafer'in esnaf kefalet'ten aldığı krediyi geri ödeyemediği için çatıya çıktığı konusunda fikir birliğine varmıştı ki artık aşağıya inme vaktinin geldiğine karar verdi cafer. alkışlar ve çekirdek kabukları arasında komser halil'le birlikte ekip arabasının yolunun tutan cafer yeni yazısının giriş cümlesini bulmuştu bile: seni benden şu anda uzak tutan kaderimi, mahkemeye vereceğim...

vebihamdik'teki son gelişmeler üzerine, Nutuk'u yayınlayan Habertürk edasıyla bu yazımı bir kere de kendi blogumda yayınlamayı görev bilirim a.k.

Cuma, Temmuz 07, 2006

onu isterim...


















oyuncakçıya girmiş çulsuz bi çocuk gibiyim bu ara
onu da isterim bunu da isterim derken,
elimde bi plastik kova bi kürekle bakakalıyorum vitrine
benim olmayan bütün oyuncaklar güzel a.k.!