Çarşamba, Temmuz 27, 2005

BULANTI...










Kül tablasındaki izmarit yığınının mide bulandıran kokusuyla kendine geldiğinde gökyüzü yeni yeni aydınlanıyordu. "Kaç saattir bu aynanın karşısındayım?" diye sordu kendi kendine. Alkol ve uykusuzluk yüzünden kızarmış, mor halkaların çevrelediği gözlerine, gözlerinin taa diplerine baktı aynada ve yine o tanıdık his kapladı içini; sanki aynada izlediği kendisi değildi.

Acele bir duş yapıp, sokağa attı kendini. İşte yine şehrin yapışkan, boğucu koşuşturmasına karışmıştı. Yine mekanik, ezberlenmiş hareketlerin, sahte gülümseyişlerin içine saplanıyordu.

Atölyesinin kepengini kaldırırken hala aynayı düşündüğünü farketti. "Birbirimizi ne de iyi tamamlıyoruz" diye geçirdi içinden. "Biz hayatı taklit ediyoruz, aynalar da bizi." Midesindeki bulantıyla düşünceleri bölündü. "İçkiyle depreks kullanmayı bırakmalıyım" dedi fısıldayarak. Aslında bu bulantının midesinden değil, çok daha derinden, benliğinin kuytu bir köşesinden geldiğinin farkına varamamıştı henüz. Atölyenin tuvaletine giden dar koridoru geçti. Tuvaletin zayıf ampulü can çekişen bir ateş böceği gibi göz kırpıyordu. Sırı atmış soluk aynanın karşısındaydı şimdi. Midesindeki bulantı daha da artmıştı.

O an aynadaki yansımasından gelen sesle dondu yerinde: "Vakit geldi!". Hayal gördüğüne inanmak istiyordu. Bu sesin gerçekliği onu korkutuyordu. "Aslında benim hayal olmam korkutmalı seni" dedi aynadaki yansıması ve devam etti "Mutsuzluğunun, bulantının, engellenmişliğinin nedenini hep dışarıda aradın, hep sahte cevaplar buldun sorularına ve hapsettin beni aynalara, sözde bilincine kavuştuğunda. Ama azad edilme vaktim geldi işte, çünkü benim özgürlüğüm senin de özgürlüğün olacak bu dünyada". Bu son sözcükler uzun uzun çınladı kulaklarında.

Saatler sonra şövalesinin yanında uyandığında midesindeki bulantının yerini tatlı bir açlık duygusu almıştı. Dışarı çıktı. Başını kaldırıp gökyüzüne baktığında yıldızların hiç olmadıkları kadar parlak, şehrin hiç olmadığı kadar canlı olduğunu farketti. İçindeki tarif edemediği rahatlık duygusuyla evine doğru yürürken, atölyesinde aylardır boş duran tualinin uçuşan renkler ve çizgilerle canlandığından habersizdi henüz.

Salı, Temmuz 19, 2005

dilek...











evet efenim, bir seneyi daha devirmiş olmanın verdiği hafif buruk bi duygu eşliğinde günlerimiz devam ederken, yolda, markette, dolmuşta, tuvalette karşılaştığım pek çok insanın sorduğu soru aynı: "Mumu üflerken ne dilek tuttun yaaaa??". Tabi arada "Lan ibne, hani mum olayı bize ters ayağı yapıyodun, n'ooldu!!?" şeklinde sorularla da karşılaşmadım değil, ama bu konuya hiç girmiim...
İşte ilk bahsettiğim sorunun yoğunluğu karşısında kamuoyunu bilgilendirmek boynumun borcudur diye düşünerek kolları sıvadım.O anı betimleyen bir çizimle bu meraklı arkadaşların uykusuz gecelerine bi son vermek arzusundayım. Gerçi tutulan dileği açıklamanın o dileğin gerçekleşmesini engelleyeceği inanışı yaygın olsa da, halkı bilgilendirmek adına bir tabuyu daha yıkmak çok daha önemli benim gözümde( Ulan biraya bi zam gelsin yaktım o soruyu soranları şerefsizim!!!). Yukarıda da gayet açık görüldüğü üzre, dileğim tüm insanlığı yakinen ilgilendiren, hassas bir konuda: BİRA. Kendim için bişey istiyosam namerdim, benim dileğim tüm toplumun mutluluğu için. Hani güzellik yarışmasında bi hatun söylese direkt "Gönüllerin Prensesi" olur, ööle bi dilek yani.
Efendim tam bu noktada sayın büyüğümüz, 1993 ÖYS 9.'su, Arizona fatihi, Microsoft'un veliahtı, kibrit kralının oğlu CEM abimizin de kulaklarını çınlatmak isterim, "abiii, busch'dan bud'a geçtin diye biraz buruk olsak da, sana takılanlara karşı verdiğin onurlu savaşta yanındayız abiii, yaşasın ucuz bira direnişimiz!!!

Salı, Temmuz 12, 2005

doğum günü?!


Posted by Picasa
Bi kaç gün sonra doğum günüm. Ne yazık ki böyle özel? günlere pek önem vermem, kendi doğum günüm dışında hatırladığım tek doğum günü tarihi de kardeşiminkidir (ikiziz!?) Kendimi bildim bileli kutlama-eğlence adamı olamadım. Kalabalıktan hiç hazzetmem. Ek olarak, hafif anti-sosyal olduğumu da belirtmek isterim. Bu sebepten doğum günlerimde organizasyon genellikle 'topkek üstü kibrit' şeklinde tertibedilir ve içilen pek çok bira organizasyonumuza renk ve gaz katar. Alkol tüketimi günlük yaşamımızın bi parçası olduğundan onu etkinlik listesine almasam bile olur
Aslında doğum günü kutlama geleneği hep ilginç gelmiştir bana. Bu gelenek ilk olarak avrupa'da uygulanmaya başlamış. Kötü ruhların insanlara doğum günlerinde zarar vereceğine inanıldığından, doğum günü olan kişinin ailesi ve arkadaşları o gün bir araya gelerek iyi dileklerde bulunur ve kötü ruhlara karşı koruyacağına inanılan hediyeler verirlermiş. O bakımdan, bizim de doğum günlerinde bööle yıkılana kadar içmek yerine ne biliim efenim iki elham bi kulavallah falan okumamız, o yatır senin bu türbe benim gezmemiz daha münasip olur kanaatindeyim :).

Bi de şu mum söndürme olayı var. Bu da sanırım ilk almanya'da baslamış. Aileden biri sabah erkenden kalkar doğum günü pastasının üstündeki mumları (kişinin yaşı+1 adet) yakar ve mumlar bütün gün yanık kalırmış. Akşam yemeğinden sonra doğum günü insanı, içinden "pastanın da mına koymuşsunuz lan!" diyerek ve bi dilek tutarak mumları söndürürmüş. Bana göre ise bu mum söndürme olayının insanı geren bi yönü var. Sanki "Olm yaşlanıyon, bitiyosun bu mum gibi, söneceksiiiiiiiin!!!" diyo etrafındakiler mum söndürene içten içe.

O yüzden diyorum ki: rahat bırakın mumları, iptidai ortam aydınlatma gereci ya da ne biliim romantik ambians aksesuarı olarak kullanın, ama doğum günlerine bulaştırmayın şu mumları...!